Filipinlere gelmeden sanki göçmen olarak gelmek istiyormuşum gibi benden mutlaka ve mutlaka bir dönüş bileti ibraz etmemi istiyorlar. Malezya’dan çıkarken görmek isteyeceklerini tahmin ettiğimden fake bir bilet hazırladım. Önceden hazırlanmış pdf formatındaki bir biletin üzerinde tarih ve mekanları değiştiriyorum o kadar. Bunun için aklınızda olsun Foxit Advanced PDF Editor şahane bir program. Bileti son dakika hazırladığım için bir salaklık yaparak Manila – Istanbul arası Airasia direk uçuşu yaptım. Airasia’nın Istanbul’a uçuşu olmadığınıysa ancak check-in işlemi sırasında elemanlar birbirlerine bişeler sorarken farkına vardım. Bu aralar cidden kafam başka yerlerde, saçma sapan işler yapıyorum. Herneyse bir problem olmadı, uçuş bilgilerimi kaydettiler ve bileti verdiler. Filipinlere girişte pasaport kontrol kısmında da sorma ihtimallerine karşın uçağı beklerken bir de THY’nin fake uçuş biletini hazırladım ve artık hazırım.

İyi sayılabilecek bir uçuştan sonra Manila’ya indim. Pasaport kontrol’de sanki İngiltere’ye giriyormuşum gibi resmen sorguya çekti kadın (ki İngiltere’ye girerken pasaport polisiyle futbol muhabbeti yapıp eğlenmiştim). Bu tarz sorgularda asla ve asla akıllı görünmeye çalışmayın, her zaman salağa yatın.

-Neden Filipinlere geldiniz?
+Turizm.
-Nerelere gideceksiniz?
+Boracay ve diğer adalar
-Diğer adaların isimlerini sayar mısınız?
+İsimlerini bilmiyorum, internette okumuştum ada turları varmış.
-Ne kadar kalacaksınız?
+2 hafta.
-Neden tek başınıza geldiniz?
+Karımı kaybettim, biraz kendimi toparlamam lazım(oha yalana gel!).
-Duyduğuma üzüldüm. 1 aylık vizeniz, buyrun.

Sorgulamanın sebebini sanırım sonradan çözdüm. Benimle aynı gün Papa’da Manila’ya geliyormuş. Tarih bilgisi olan yada yaşı yetenler belki hatırlar, daha önce Filipinler’de Papa’ya suikast girişiminde bulunulmuş ve bunu yapan da bir Türk’dü. Aynı gün uçaktan inince herifler kıllandı muhtemelen. Her neyse, sabah daha 6 olmamış saat ve ben 15dk içine hem pasaport kontrolden çıktım hem de sırtçantamı aldım. İlk olarak couchsurfing’den beni evinde misafir edecek olan Tisha ile buluşucam. Her zaman yaptığım gibi ilk olarak bir sim kartı ve internet paketi alıyorum. Tek bir seçeneğim var o da günlük 800mb limitli 1 ay geçerli simkart. Evet limit “günlük” 800mb. Globe operatörünün en iyi olduğunu söylemişlerdi o yüzden ben de onu tercih ettim. Biraz tuzlu oldu çünkü aylık ücreti 50 lira ancak internet olmazsa olmazlarımdan o yüzden mecbur alıyorum.

airport_taxi

Manila ile ilgili öğrendiğim ilk şey. Asla taksi kullanmamanız ve eğer kullanacaksanız da taksiye biner binmez plakasının ve sürücünün asılı olan kimliğinin fotoğrafını çekip bir yakınınıza göndermeniz. Ayrıca beyaz renkli taksiler özel firmalara ait olduğundan genelde kazığın alasını çakmaya çalışıyorlar, taksimetreli sarı olanları tercih edin. Havalimanından kullanılan taksilerde sıkıntı yok çünkü özel firmaya ait ve güvenli. Parasını önceden aldığınız fiş ile ödüyorsunuz dolayısıyla taksimetreden iteleme durumları da olmuyor. Ancak bunun dışında sokakta rastgele bir taksi durdurup binmeniz tehlikeli olabiliyormuş. Bir şekilde sizi uyutup, bayıltıp yada bir punduna getirip soyulma ihtimaliniz yüksek. Manila’nın yerlileri bile kullanmıyor taksileri zorunda kalmadıkça. Havalimanından başka bir alternatif olmadığı için taksiyi tercih etmek durumundayım.

Buluşma yerine gidip Tisha’ya mesaj atıyorum. Uyuya kalmış o yüzden yarım saat içinde geleceğini söylüyor. Sıkıntı yok, McDonald’s da oturup beklemeye başlarken sokak çocukları gözüme çarpıyor. Her yerdeler ve özellikle McDonald’s gibi “zenginlerin” gittiği mekanların çevresinde dileniyorlar. Çok değişik bir dünya burası. Sokakta gördüğün insanla McDonald’s içinde gördüğün insan kesinlikle hiç birbirine benzemiyor. Yani bizde -İstanbul’dan örnek vermek durumundayım- Kadıköy,Fikirtepe sanayiden çıkıp Bebek’de lüks bir restorana gittiğinizi düşünün. Öyle büyük bir fark var.

Sokakta durum

Sokakta durum

McDonald's da durum

McDonald’s da durum

Bir yandan Tisha’yı beklerken bir yandan da ben nasıl iletişim kuracam bu kızla diye düşünüyorum çünkü Couchsurfing profilinde 19 yaşında olduğu yazıyor. Yaşlanmanın belirtilerini gençlerle nasıl iletişim kurarım lan ben şeklinde yaşamaya ufaktan başladım sanırım. Tisha geliyor ve kahvaltılık bişeler alıp muhabbete başlıyoruz. Bir yandan konuşurken bir yandanda sürekli kızı inceliyorum, “lan pek de 19 gibi göstermiyo bu” diyorum içimden. Sonra çalışıyor musun falan diye sorunca evet ilkokul öğretmeniyim diyince bi afallıyorum. “Nasıl yani? 19 yaşında nasıl öğretmen?” diyince işin aslı ortaya çıkıyor. Couchsurfing’e yanlış yazmış yaşını :) Yaşı 27… Ama bu lanet olası Asya’lılar aşırı genç gösteriyor ya, yaş tahmini yapmak neredeyse imkansız! Yaşlanmıyorlar lan bunlar resmen! Japonya’da neler görcem kim bilir!

tisha

Tisha

Eve doğru yola çıkıyoruz ve burada ilk Jeepney deneyimimi yaşıyorum.
Jeepney’ler buranın olmazsa olmazları, belkemikleri, temeli. Jeepney’siz bir hayat burada olmaz, olamaz. Bildiğin bizim minibüsler gibi ancak olağanüstü bir sihirli tarafları var. Baktığın zaman arkada 20 kişilik oturacak yer var ancak Jeepney’ler tam dolduğunda 35 kişiye kadar alabiliyor ve yine herkes oturuyor. David Copperfield gelsin de sihir görsün. Ve şunu da öğrendim ki Manila’da bir yerden bir yere gitmenin diyeti en az 45dk ve 2 vesait. Eğer tek vesaitle bir yere gidebiliyorsanız o yolculuk bile sayılmaz.

jeepney

Olağanüstü kaotik bir şehir Manila. Her şey birbirine girmiş, hiç bir şeyin düzeni yok. Burada yaşamak gerçekten ayrı bir hayatta kalma güdüsü gerektiriyor. Yabancı olarak düşük bütçeyle burada yaşamak açıkçası benim şu an ki tecrübemle göze alabileceğim bir durum değil. Tamam beklentilerim oldukça düşük ve hemen herşeye zamanla alışabilirim ancak açıkçası buraya alışmayı pek istemiyorum. Yoksulluğun bir başka boyutuna geçmiş bir şehir. Hindistan’da da yoksulluk gördüm ancak insanlar bunu çok dert etmediklerinden rahatlıkları yüzlerine yansıyordu ve ufak bir kesim dışında tüm ülke aynı olduğu için kısa sürede oraya alışmıştım. Malum büyük şehirlere geldiğinde insanlardan güleryüz beklenmez, Manila’da da durum bu zaten. Herkes ekmeğinin peşinde ve insanların birbirlerine saygı için ayıracak vakitleri yok. Hata bindiğim jeepney’lerden birinde gece yarısı çocuklarını yanında uyutan bir sürücüye denk geliyorum. Karısı öldükten sonra çocuklarına hem annelik hem babalık yapan çalışkan bir adam. Bu ülkede bu tarz insanlar şanslı sayılıyor çünkü hem evleri hem işleri var hem de çocukları sağlıklı ve okula gidiyor. Kaçırılma riski olduğundan dolayı evde bırakamıyor. Hem organ mafyası hem de jeepney’de çalıştığını ve nispeten iyi para kazandığını bildiklerinden fidye için kaçıran mafyalar yüzünden böyle bir çözüme gitmiş. Bazen sahip olduğumuz ufacık ayrıcalıkların burada ultralüks olduğunu bilmek insana garip geliyor. Garip geliyor ama yine geçip gidiyor, yine unutuyoruz. Yine saçma sapan dertlerimiz sanki dünyanın en büyük dertleriymiş gibi davranmaya devam ediyoruz. Şimdi bugün herkes bu yazdığımı okuduktan sonra ne kadar haklı olduğumu içlerinden samimi bir şekilde geçirecek ama yarın yine starbucks’da az gelen süt yüzünden şikayet edip güne kötü başlayacak.

Jeepney Sofor

Eve geldiğimizde dünya tatlısı bir köpek delirerek karşılıyor beni. Burada evlerde köpek olması çok normal bir durum çünkü bildiğin hem gardiyan hem alarm görevi görüyorlar. İnsanlar köpeklerden çok fazla çekiniyorlar ve köpeksiz bir eve hırsız girme ihtimali de oldukça yüksekmiş. Geldiğimin farkında bile olmayan yada gelişimi sallamayan diyelim yerde tablet ile oyun oynayan annesi ile tanışmaya çalışıyorum, yine pek sallanmıyorum. Ev arka sokaklarda ve bırakın düzgün manzara vs gibi bir şeyi, kapısı olduğu için kendinizi şanslı sayabileceğiniz ufacık bir ev. Gördüğüm kadarıyla da tüm evler aynı neredeyse. Yemek ufak tefek bir şeyler atıştırdıktan sonra Tisha akşam arkadaşla buluşcam diyip beni de davet ediyor. Açıkçası yapacak pek başka bir planım olmadığından havada kabul ediyorum. Biraz yatıp dinlendikten sonra dışarı çıkıp bişeler atıştırmaya gidiyoruz. Burada da dikkatimi çeken olay ise hesap ödeme konusunda hiç bir şekilde ellerini ceplerine atmayışları. Tamam zaten hesap cücük kadar ve o ödemek istese de ben ödeyecem ancak bu ve sonraki örneklerde de sıkça yaşayacağım üzere hiç oralı değiller.

Akşamüstü ise arkadaşı gelmek üzere ve onu bekliyoruz. Bana arkadaşının gay olduğunu, umarım benim için bir problem teşkil etmeyeceğini söylüyor. Benim gay olmayışım onu rahatsız etmeyecekse bir problem yok diyorum :) .Arkadaşı Tiu yürürken baya erkeksi gözüken ancak konuşmaya başladığında görünüşün tam tersi bir çizgisi olan çok sevimli şahane bir insan. Kahve, sigara, geyik vs derken hadi sinemaya diyorlar. E hadi madem diyorum ben de ve TAKEN 3’ü izlemeye gidiyoruz beraber. Film başlamadan önce herkes ayağa kalkıyor ve ekranda kurtuluş savaşı temalı bir animasyon başlıyor. Herkes bir ağızdan Filipin marşını okumaya başlıyorlar. Tayland’da da durum böyleymiş ama hiç sinemaya gitmediğim için orda şahit olmamıştım. Akabinde de film başlıyor zaten. Evet Manila’ya geldiğimiz akşam Liam Neeson’ı görmek beni mutlu etti açıkçası. Biraz action görmek iyi geldi. Filmden sonra ise Asya’da hemen hemen her yerde duyabileceğiniz karaoke’ye gitmek istediklerini söylediklerinde o anda ninja gibi yere bir duman bombası atıp yok olmak istedim. Ancak duman bombam kalmadığından gitmek zorunda kaldım. Yalvar yakar bana şarkı söyletmek istiyorlar ama ortamı bir görseniz ağlarsınız zaten. Herkes sarhoş, herkes birbirine yazıyor ve karaoke sanırsam bu ortamı yaratmak adı altında yapılmış bir paravan çünkü herkes söylüyor, ve gerçek anlamda herkes çok kötü söylüyor, ama kimse kimseyi iplemiyor ve kimse şarkıyı söyleyeni dinlemiyor bile. Beni de Guns’n Roses’dan Sweet Child O’ Mine şarkısını söylemem için gaza getirmeye çalışıyorlar. İçtiğim 1tl’lik ucuz Red Horse birasından (%8.9) olacak biraz söylüyorum :) Ancak tabiki bu kayıtlara ulaşmanız imkansız.

IMG_4203

Tiu’dan muhteşem bir poz!

 

Ertesi gün Tisha arkadaşıyla kamp’a gideceği için ben de kendime hostel bakayım derken Tisha beni misafir edebilecek başka bir arkadaşı olduğunu söyleyince tamam diyorum. Arkadaşının tek problemi çok fazla konuşmasıymış. Yeter ki muhabbet olsun problem değil diyorum. Gün boyu yapacak çok fazla bir şey olmadığından buluşma yerine çok erken bir saatte gidip etrafı gezerim biraz diyorum. Ve Manila’nın bir diğer yüzüyle de burda tanışıyorum. 3 vesait ile ulaştığım “Market Market” bölgesi bildiğin ultra zenginlerin takıldığı bir yer. Fullybooked adında bir kitapçıda buluşucaz ve kitapçı cidden çok güzel. İçerisinde oturma yerleri, kafeler vs.ler var. Oturup internetten yapmam gereken işlerimi halledebilirim ve çantamı da girişte resepsiyona bırakıp rahat rahat gezebilirim.

Fully-Booked

Onu beklerken daha önceki yıllarda yine couchsurfing’den tanıştığım Imy ile facebook’da konuşurken bulunduğum yeri öğrenince çok yakın olduğunu söylüyor. Kalk gel dedim bi yüz yüze görüşelim diye. 1 saat içinde geliyor ve muhabbet sonunda ertesi gün Manila’nın kuzeyindeki Lubuagan’a gidip arkadaşlarıyla bisiklet turuna çıkacağını öğreniyorum. Davet ediyor tabiki ve açıkçası Manila’dan bir an önce kurtulmak istiyorum çünkü hem bisiklet hem doğa fikri bana buradan çok daha çekici geliyor. Ertesi gün için sözleşiyoruz ve akşama kadar etrafta dolaşıyoruz. Bu market market denilen bölge oldukça zengin ve sanırım Manila’da halkın yararlanması için yapılmış çok az da olsa ufak çapta bir yeşil alanı barındıran gördüğüm tek bölge. Nasıl becerdim hiç bir fikrim yok ancak sabah ne kadar ararsam arayayım boxerlarımı bulamıyorum. Birinin tüm eşyaları bırakıp boxerlarımı çalmış olması fikri çok gurur verici olsa da muhtemelen yıkayıp bir yerde astım ve orada unuttum. Gerçekten hiç bir fikrim yok. O yüzden alışveriş merkezinden 6’sı bir yerde şeklinde satılan boxer paketinden alıyorum. Eve geldiğimde ise tam bir hüsran, Filipinliler’in incecik bedenlerine göre yapılan boxerlar benim Roberto Carlos bacaklarımdan geçmiyor.

Ve sonunda papa hazretlerini karşılamaya giden Grace geliyor ve Imy ile tanışıp çok hararetli bişeyler konuştuktan sonra birbirlerinin telefonlarını alıyorlar. Grace… Gerçekten çok konuşuyor. Çok iyi ve sevimli bir kız olmasına rağmen kendimi pek tanıtma şansım neredeyse olmuyor çünkü iki kelime etme şansını ancak konuşması esnasında aldığı yarım saniyelik nefes aralarında bulabiliyorum. Sağolsun gerçekten çok çok yardımcı oldu hemen hemen her şeyde ama az da ben konuşaydım be ya! :)

grace

Grace

IMG_4249Evlerine giderken mahallelerine girdiğimizde tüm mahalle resmen bizi izliyor. O kadar alışık değiller ki benim gibi “beyaz” birinin orada olmasına. Daha önce couchsurfing’den hiç kimseyi misafir etmemiş, ben ilk oluyorum. Annesi inanılmaz sıcakkanlı bir kadın ve durmadan bana bişeyler soruyor, önüme yemekleri dizip duruyor. Ben de aldığım tatlıyı veriyorum kendisine ve inanılmaz mutlu oluyor, gülücükler saça saça yiyor. Böyle mutlu insanları görünce ben de çok mutlu oluyorum gerçekten. Yaşadıkları ortamları düşündükçe bu kadar sıcakkanlı olmayı başarabilmeleri gerçekten büyük bir şey.

IMG_4248

Grace de ülkenin geneline göre anladığım kadarıyla oldukça şanslı bir kız. Kütüphanede çalışıyor (evet bir kütüphaneciye göre çok tezat şekilde fazla konuşuyor) ve kendi evlerini kendileri inşa ediyorlar. Evin yarısı bitmiş yarısı halen devam ediyor yapımı. Babası bir yandan evin yapımıyla uğraşıyor bir diğer yandan da bahçeye ağaç falan ekiyor ve etrafı yeşillendiriyor. Yaratıcı bir adam ama çok da çekingen, benimle yüz yüze gelmekten çekiniyor o yüzden evin içinde hayalet gibi hareket ediyor. Adamla daha tanışmamıştım odasından çıkmamıştı, bir ara Grace odasını gösterirken o ara odasından çıkmış arkamdan geçmiş ve alt kata inmişti bile. Sonrasında Grace’in annesiyle muhabbet ederken çok sinirli ve seri bir şekilde adamı benimle tanışması için zorladı. El sıkıştıktan sonra yine ortadan kayboldu birden bire :) Filipinlerde erkekler genelde çok daha utangaç oluyormuş, genelde ilişkiyi başlatan yöneten bitiren hep kadınlarmış. Çok şaşırmadım bu duruma çünkü couchsurfing’den de bana yanıt veren henüz hiç bir erkek olmadı.

IMG_4233

Siz de Grace gibi 2015 beklentilerinizi duvara asın :)

Akşama doğru yatağım hazırlanıyor ve Grace’in pek susmaya niyeti yok gibi. Kütüphaneci olduğunu bildiğim için benim de kitaplarım olduğunu söylüyorum ve tabletimde ki ebook’ları gösteriyorum. Kitap okuduğumu öğrenince ufak çapta bir şoka giriyor. İster inanın ister inanmayın tam 10sn kadar konuşmuyor. O sessizlikte ben de ne yapacağımı şaşırıyorum ben de diyecek bişey bulamıyorum. Şokun sebebini açıklıyor. Burada erkekler genelde kitap okumaz, okusa da yanında taşımaz, taşısa da kitaplar hakkında konuşmaz. Bende hepsi bir arada olunca iyice bir coşup kitaplar hakkında konuşmaya başlıyor. Daha başlar başlamaz yediğim haltın farkına varıyorum zaten. Kitaplarıma bakmak istiyor, tabi diyorum veriyorum. Ve tek tek kitap isimlerine bakıp kitapla ilgili yorumlarını söylüyor. Her kitap için 1-2 dk konuşuyor tabi spoiler vermemek için ancak problem şu ki tabletimde yaklaşık 1000 tane kitap var! Ben yatakta şekilden şekile girerken o kitaplar hakkında yorum yapmaya devam ediyor ve en sonunda tüm kitapları taradıktan sonra –yaklaşık 2 saat- “sanırım sen uyumak istersin” diyor. Ve iyi geceler dedikten sonra saniyesinde uykuya geçiyorum.

Ertesi gün Lubuagan’a doğru yola çıkıyorum ancak bu yazı bile şimdilik uzun olduğundan onu bir sonraki yazıya bırakıyorum. :)

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.