Bir önceki yazıda sürekli sağda solda turist gibi kaldık gezdik dolandık. Seyahatin başı olduğu için eyvallah dedik ama bütçeye baktığımızda hiç de öyle bize eyvallah çeker gibi bir hali yoktu, tam tersine bildiğin el hareketi çekiyordu. Biz de eski dost workaway’e geri dönüş yapalım dedik :) Daha önce Gönüllü Çalışma Programları makalemde bahsetmiştim bundan ve kesinlikle uzun süreli seyahatlerde bütçenin can kurtarıcısı olarak öne çıkan bir oluşum. Bütçeyi toparlaması ve rahatlatmasının yanında ayrıca bir çok yetenek öğrenmenize, yeni dostlar edinmenize ve acayip eğlenceli muhabbetler yaşamanıza da vesile oluyor. Ubud’da ki workaway tecrübemize geçmeden önce Ubud’dan biraz daha bahsedeyim.

Ubud, Bali adasının en pahalı yerlerinden biri ve tartışmasız en turistik yeri. Ye, Dua et, Sev filmindeki falcı dayı vardı ya Ketut, ha işte onun memleketi burası ve sokakta görebileceğiniz erkeklerin adları da %80 ya Ketut yada Wayan :) O filmdeki dayı da gerçekten burada fal bakıyor ama tahmin edilebileceği üzerine filmden sonra baya bi prim yaptı ve normalde 10$ olan ücret artık 150$! Yani Ye, Sev, Dua et, Parayı bayıl. Neyse el alemin falcısını salla şimdi biz işimize bakalım.

ubudpaint ubudwood IMG_2461

Her yer resim galerileriyle dolu, tam bir sanatçı cenneti gibi diyebilirim. Her türden sanatla uğraşan insanlar burada geçimlerini bu şekilde sağlamaya çalışıyorlar. Yol kenarlarında gerçekten çok güzel tablolar yapan 80 yaşında dedelere rastlamak bolca mümkün. Hatta bazı yerlerde genç sanatçılar Bond çantalarının içinde yaptıkları resimleri çıkartıp çıkartıp size satmaya çalışıyorlar. Bunun dışında ahşap oyma ve diğer el sanatlarının da çok fazla olduğu güzel bir şehir.

Hayat gerçekten pahalı burada ancak tabi turistler için çok fazla değil. Bali gerçekten Endonezya’nın geri kalanından çok daha farklı bir yaşam tarzına sahip. Ubud’da bu farklı yaşam tarzının en pahalı yaşandığı yer. Normalde ortalama bir çalışanın aylık kazancı Endonezya genelinde 120$ civarı ancak Bali’ye geldiğinde bu rakam 300$ seviyesine yaklaşıyor. Bunda da pek tabiki biz turistlerin etkisi en büyük faktör.

Yemek olayı burda oldukça basit aslında. Ana cadde olan Raya Ubud üzerinde yemeyin de nerede yerseniz yiyin derim. Yemekler kötü falan değil ancak o cadde üzeri diğer mekanlara oranla 2-3 kat pahalı. Mesela orta direk bir restoranda yemek yerseniz ücreti adam başı 75.000Rp (14 lira) ancak biz Warung adı verilen yemek mekanlarını tercih ettik.

20151011_183253

Şekilli olan yemeklere örnek

20151009_170123

Bir başka şekilli daha

Warunglar normal restoranlar gibi şekilli yanarlı dönerli mekanlar değiller ancak yemeklerin kalitesi pek normal restoranlardan aşağı kalır değil. Şu ana kadar yediğimiz en pahalı Warung’da adam başı 30.000Rp (6 lira) ödedik. Ki onda da cidden abarttık yani artık saçmalık derecesinde acıkmıştık ve tabak tıka basa doluydu. Normal şartlarda insan gibi yediğimizde 10-15.000rp (2-3 lira) ödüyoruz ve ziyadesiyle doyuyoruz.

20151006_192140

Bu da şekilsiz ama ucuz (tercihim)

Hazır konu Warunglardan açılmışken çok acayip hoşuma giden bir Warung’dan bahsetmek istiyorum. Adı 9Warung, 9 nereden geliyor hiç bir fikrim yok ama pek de takılmıyorum çünkü içerideki yemekler ve ödeme sistemi muhteşem.

20151019_125403

Burada siz yemeğinizi alırken başınızda duran kimse yok, yemeği bitirdikten sonra ödemeyi yaparken de kimse yok :) Şöyle ki, tamamen insanların güvenlerine dayalı olarak işleyen bir sistem var. Dükkana girdiğinizde envai çeşit yemek ve meyve reyonu karşınızda. Tabağınızı çatalınızı alıp istediğinizden seçip koymaya başlıyorsunuz.

20151019_124447 20151019_124509

Yemeklerin ücretleri tabelada asılı ve kaç kaşık koyduğunuza göre hesabınızı yapıp ona göre yemek alıyorsunuz. Yemeğinizi yedikten sonra da masanın üzerinde duran kavanozlara ücreti bırakıp yediğiniz tabağı yıkamaya götürüyorsunuz. Para üstü almanız gerekiyorsa bunu da kavanoz içinde başkalarının bıraktığı paralardan yapıyorsunuz.

20151019_124531 20151019_124835

Her Türk gibi tabi benim de aklıma “lan bu bizim orda olsa ohooo” diye geçiyor ama işte bu yüzden bizim orda değil böyle güzel yerler. Ayrıca restorandaki bir yazı da ilgimi çekiyor.

20151019_124552 20151019_125125 20151019_125116 20151019_125108

“Bizler herkesin iyi yemek yiyebilmesi gerektiğine inanıyoruz. O yüzden eğer yediğiniz yemeği ödeyebilecek kadar paranız yoksa lütfen bize söyleyin ve karmanızı kötü etkilemeyin. Elimizden geldiğince sizlere yardımcı olacağız.”

Vay arkadaş ya, resmen insanlığımdan utandım utanıcam o derece. Ne pis mekanlarda büyümüşüz lan biz diyorum kendi kendime. Üzerinde 50 kuruş çıkmayınca sanki yalan söylüyormuşun gibi suratına pis pis bakan adamlardan sonra burası çok güzel geldi valla.

Veeee Workaway!

Bu sefer ki gönüllü çalışma programında Chakra isimli bir adamın evine gidiyoruz. Evi Sapulidi Resort adı verilen 5 yıldızlı bir SPA merkezinin hemen komşusu ancak lüks olmaktan uzak olsa da bizim için fazlasıyla rahat ve güzel. Geldiğimiz gibi diğer 3 gönüllü ile tanışıyoruz. Biri “Bambu Guy” dediğimiz, asıl adı Jean Luke ancak sebebini anlamadığımız bir şekilde Chakra’nın Alfonso dediği bir Fransız. Diğer ikisi de İsviçre’li Karin ile İtalyan Niko. Fransızla çok bir muhabbetimiz olmadı, genellikle içine kapanık ve kafayı bambularla bozmuş bir abiydi ancak diğer çiftle süper anlaştık :)

Her workaway’de olduğu gibi bunda da yine çalışma şartları hiç ama hiç ağır değildi. Ertesi gün Karin ve Niko’nun peşine motorla takılıp eve yaklaşık 25dk uzaklıktaki bir inşaat alanına gittik. Yapmamız gerken tuğla ile örme fırın vardı. Yarısına kadar zaten yapılmıştı ve gerisini biz getirmeye başladık. Sadece tuğla ve çamur kullanıyoruz yapım için, öyle çimento falan yok o yüzden iş göründüğü kadar kolay değildi. Önce bir kaç parça farklı kumu ve külü karıştırdığımız çamur harcını ayaklarımızla twist dansı yapark gibi hazırladık. Sonra da tuğlaların altlarını çamurlayarak inşasına başladık. Kah tuğla örüyor kah taş kesim ustalığına soyunuyordum.

20151016_11014520151016_12365320151016_11064720151016_125608

Başından beri aklımın almadığı şey ise bu kadar çok tuğla ve dayanıksız bir tutucu olan çamur ile nasıl tuğlaların düşmemesini sağlayacağımız yönündeydi lakin içinde hiç bir iskelet yok fırının! Sadece 4 tane bambu dalını dikip bırakmışlar ve burdan örmeye başlayın demişler elemanlara. Biz de işin acemsiyiz iyi dedik örelim.

20151016_110701

İlk gün bu şekilde geçtikten sonra ikinci gün gelip yaptığımız kadarının sıvasını yapalım dedik. Bir ara gözüm sıvasını yaptığım taraftaki çatlaklara takıldı. Niko fırının öbür tarafında çalışıyordu ve yanına gidip onun çatlakları doldurup doldurmadığına baktım. Sonra dedim ya benim tarafta da bir takım çatlaklar var baksana bi bunları doldurmama gerek var mı diye. Benim tarafa geçtiğimde ise aradan 10sn geçmişti ve çatlaklar bildiğin fay hatları gibi belli oluyodu, ikimizde içimizden bir “hasssss…” çekmemize kalmadan fırının yarısı bildiğin içe doğru dökülerek çöktü! Karin o sırada fırının içinin sıvasını yapıyordu ancak neyse ki bişey olmadı.

20151017_101144

Ondan sonra hepimiz dökülen fırına dışarıdan bakıp saatlerce “evet zaten belliydi, şurda hata vardı burda hata vardı, baştan belliydi böyle olacağı zaten” gibi çok bilmiş konuşmalar yapmaya başladık. Birimiz de çıkıp demedi ki ulan daha dün başladınız bugün mühendis kesildiniz diye. Neyse, projenin mimarı olan Chakra’yı suçlayıp işin içinden alnımızın akıyla çıktık! :)

Bu arada her gezginin en az bir kaç kez başına gelmiş olan tahta kurularıyla sevişme seansını da yaşamış bulundum. Bir türlü geçmek bilmeyen ısırıklara bir kelime bir de götüme sürmediğim kaldığı Tiger Balm sürdüğümde ise cayır cayır bir yanma -çok hoşuma gitti gerçi >:)- eşliğinde sabaha tertemiz bir sırtla uyandım. Hayatın anlamısın Tiger Balm!

12194644_906526012767457_5808969072300758352_o

Ertesi gün tekrar baştan yapmak ve bu sefer içine daha sağlam bir iskelet kurmak için gittik ancak gördüğümüz manzarayla şoka girdik.

E işin ehlileri devreye girince iş bir başka oluyor tabi…Orda bize bakıp pis pis sırıtıp “baguş baguş!” (çok iyi çok iyi) diyen amcalar ve teyzeler olayı yemiş bitirmişler. İçine şahane bir iskelet kurdukları fırını zart diye dikmişler ve biz geldiğimizde artık son sıvasını atıyolardı. Bildiğin mal gibi baka kaldık ve tıpış tıpış geri döndük.

20151019_111807

Sıva böyle yapılır

20151019_111813

İskelet de böyle kurulur

Kısaca bu fırının amacından bahsedeyim.
Yaş halde olan tahıllar hemen fırının arkasındaki makinada hali hazırda işleniyordu ve ardından da kurutulmaya bırakılıyordu. Bu fırının içinde ise direk bu tahıl işleme makinasına bağlı olan bir ısı borusu bulunuyor. Fırının sıcaklığı borudan makinaya geçerek tahılları işlenirken aynı zamanda kurutucak ve duman da üst bacadan çıkıp yukarı kattaki bambulara ulaşacak. Bunun olayı da doğal bir böceksavar görevi gören dumanın bambuları koruması şeklinde oluyor.

Geri dönüp yeni projeyi beklemeye başladık ve 1-2 günlük bir boşluğumuz oldu. Hemen yanımızda bulunan Sapulidi Resort’un arkasında bir havuz olduğunu öğrendik. Normalde bu resort müşterilerine özel olan bu havuza gayet müşteriymişiz gibi gittik, yolda görevlilere selam verdik ve bir güzel kullandık.

20151019_153339

Sonra tekrar gitmedik ama giden arkadaşları çakmışlar sanırım ki günlük 10 lira gibi bir para istemişler.

Bir sonraki proje nispeten daha ilginç ve ileride mutlaka kendi başıma da yapmak isteyeceğim tarzda bir projeydi. Olay kısaca şöyle; evdeki tuvalet, banyo, mutfaktan giden sular öncelikle içi toprak ve kırmızı solucanlarla dolu bir kabinden geçiyor. Buradaki kırmızı solucanların vücutlarında bulunan antipatojenler atık suyun içindeki hemen hemen tüm zararlı maddeleri emiyor ve solucanlara da bir şey olmuyor.Hiç öyle iğrenerek bakmayın, topraktan aldığımız verimin ve lezzetli meyve sebzelerin mimarları onlar.

solucanlar

Toprağın üzerine ise günlük yemek artıkları ve diğer organik atıklar (meyve kabukları vs.) koyuluyor. Sürekli olarak üzerine su gelen bu atıklar kısa sürede çürüyüp toprağa karışıyor ve solucanların daha verimli bir toprakta sürekli ve sağlıklı olarak yaşamalarını sağlıyor. Yani aslında tüm bu atıklar kirli suyla birlikte gübreyi oluşturuyor. Buradan toprağa inen kısmen filtrelenmiş su bahçedeki çiçeklerin altına ulaşıp yoluna devam ediyor. Bu yönlendirme ise toprağın 1 metre kadar altına önceden döşenmiş özel bir plastik madde ile yapılıyor. Siyah ama çok kalın bir plastik branda toprağın altına önceden koyuluyor ve suyun nereye gitmesini istiyorsanız o şekilde bir kanal halinde döşeniyor. Çiçeklerin altına ulaşan su topraktan geçerken çiçekler tarafından da filtreleniyor. Öncesinde gübreli topraktan geçtiğinden mineral açısından çok zengin olan su sayesinde çiçekler coşuyor, ordan sonra yine bir başka çiçek bahçesinin altına devam ediyor ve en sonunda içinde balıklar olan havuza ulaşıyor. Havuza balıklar bilerek koyuluyor çünkü bu sayede su birikintilerine bayılan sivrisineklerin orada barınması engellenmiş oluyor. Havuz etrafına dikilen büyük boylu çiçekler de güneş ışınlarının direk olarak havuza gelmemesi için gölge yapacak ve yine havuzun mineralli suyundan beslenecek. Gölge yapmasının sebebi ise havuzdaki suyun yosunlanmaması için. Koku olayı ise hiç yok, tuvalet suyunun pis kokusu çok büyük bir ölçüde ilk solucanların olduğu yerde yok oluyor ve havuza gelene kadar da sıfırlanıyor.

20151020_104729

Gezgin Yogini çalışıyor :)

20151020_104957

Ameleliği seviyorum :)

20151020_115926

Bitkileri diktik ve şimdi alttan geçecek suyla coşmayı bekliyorlar

20151020_120002

Suyun en son geleceği yer olan havuz ile çevresi de tamam

Açıkçası ilk defa bu kadar güzel bir proje içinde bulundum ve çok da beğendim. Yarın bir gün kendi bahçem olduğunda ilk olarak yapmak istediğim şeylerden biri de bu olacak sanırım :)

Bahçe projesi bittikten sonra bir iki gün boş günümüz vardı ancak sonrasında Chakra üşüttü ve hastalandı. Dolayısıyla bize de bayram tatili çıkmış gibi oldu. Chakra’nın bahçesinde kendi yaptığı taş fırında ekmek yapmaya karar verdik ve ilk ekmeğimiz çok başarılı ve nefis oldu.

20151026_152931 20151026_152700 20151026_161415 20151026_162107

İtalyan arkadaş Niko yemek konusunda cidden çok becerikli. Adam hem İtalyan, hem yemek yapıyor, hem sempatik! Karin iyi yere kapak atmış hacı ne yalan söyliyim :) Bir ara kız hastalandı ve adam yemeğini yaptı, zencefilli çayını getirdi, çorbasını pişirdi vs vs. Darısı başınıza kızlar ne diyim :)

20151028_175336 20151020_104739

Chakra’nın çok güzel bir bahçesi var gerçekten, küçük bir havuz yapmış ve ortasına da minik bir bambu çardak inşa etmiş. Genellikle çocukları arkadaşlarıyla burada oyunlar oynuyor. Hatta bir ara Burcu’yu Endonezce konuşurken duydum, meğerse çocuğun hikaye kitabını almış Vishnu’ya (Chakra’nın oğlu) okumaya çalışıyor. Vishnu 6 yaşlarında inanılmaz tatlı bir velet ve Burcu okurken gülmekten geberiyor resmen. Kıskandım ben de aldım kitabı okumaya başladım, bebenin manyak hoşuna gitti öyle böyle değil :)

Projenin son haline bakmak için gittiğimiz yerden dönerken hep beraber Endonezya’nın geleneksel içkisi olan Tuak içmeye gidecektik ki bir telefonla eve koşmamız bir oldu. Alfonso’nun odasında kobra yılanı varmış! Hemen fırladık geri döndük ve biz tam vardığımızda yılanın odadan kaçmış olduğunu öğrendik. Aradan fazla geçmeden Chakra’nın eşinin sesiyle tekrar koşturduk ve yılanı bulduk. Chakra süpürge yardımıyla yılanı köşeye sıkıştırdı ve sonra eliyle yakaladı. Herkesin korktuğu bir hayvan olan kobra yakından bakınca o kadar güzel bir hayvan ki anlatamam. Chakra’nın babası daha önceden yılanlarla birlikte çalışmış olduğundan nasıl tutulacağı ve yakalanacağı konusunda ustaydı tabi. Ben de tutmak istedim ancak ne olur ne olmaz diye izin vermedi :( Arka taraftaki ormana tekrar saldı yılanı ve geri döndü. Ulan çok içimde kaldı, çok güzel bişeydi ya!

Artık son günlerimize yaklaşırken pizza yapmayı da öğrenelim dedik. Malum ileride kendi bağ bahçem bişeyim olursa mutlaka taş fırın yapacam zaten (hatalarımızdan ders aldık, yıkılmayan fırın yapacaz). Niko hamuru mayalamadan tut, domates sosunu hazırlamaya ve A’dan Z’ye her şeyi tek tek anlattı ve öğrendik.

20151028_210544

Doğuştan mangalcı olduğumdan ateş yakım işi bende tabiki

20151020_200355

Vishnu dikkatle Burcu’nun pizza yapışına konsantre olmuş

20151020_201436

Malzemeleri koymadan 1dk kadar fırına koyup çekiyoruz, daha gevrek oluyor :)

20151020_220120

Atletimle, terimle, küreğimle adeta doğuştan fırıncı!

20151028_220828

Görüntüye çok aldanmayın, yediğim en iyi pizzaydı gerçekten.

Pizza yapımı konusunda hamurun açılması ve malzemelerin koyulmasını Burcu üstlendi, ben de atletimle, küreğimle fırıncı rolüne soyundum. Hiç beklemezdim kendimden ama sanırım ben fırıncı olabilirim gibi geliyor bana :) Hem işi sevdim hem de tahminimden daha iyi pizza yaptım. İlk pizzamız yandı ama ilk seferin günahı olmaz, fırının ısı gücüne alışıyodum çünkü (o ne lan? Bildiğin yakmışın işte pizzayı ısı gücü ne?). Ama sonrasında şahane pizzalar çıkarttım fırından ve bira eşliğinde yiyebildiğimiz kadar yedik.

20151029_170936

Ve artık Endonezya defterini kapatmanın vakti geldi (tabi şimdilik! :) ). 1 aylık vizemiz olduğundan artık çıkış yapmamız gerek. Dev bir ülke olan Endonezya’nın cücük kadar bir adası olan Bali’de çok güzel vakit geçirdik ama Java ve diğer bölgeler çok fena içimizde kaldı. Artık bir sonraki Asya seyahatinde Bali’yi es geçip direk o taraflara gideriz diye kendimizi teselli edip Uber’den taksimizi çağırıyoruz. Yine bir indirimimiz olduğundan 2 saatlik taksi yolculuğunu 12 liraya getirip mutlu mesut Malezya’nın yolunu tutuyoruz :)

 

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.