Manila’da ne ormanın yeşilini ne de denizin mavisini görmeniz olanaksız. Bir Kadıköy’lü olarak bunların içinde büyümüş birisinin bu ikisinden en az birine ihtiyacım var. Önceki yazımda buluştuğum arkadaşım Imy beni kuzeye, Baglio bölgesine davet etti. Manila’dan otobüsle 12 saatlik bir yolculuk. Artık çok uzun gelmeyen bu saatler hiç düşündürmüyor bile beni. Gece otobüsüne binip sabah 5 civarı orada olmayı planlıyoruz. Sabah Grace ile vedalaşırken sürekli ismini unuttuğum otobüs terminalinin ismini sorduğumda “FTI” diyerek hatırlatıyor tekrar. Ve sonrasında “bak kısaca şu şekilde hatırlayabilirsin, “Fuck The Indians” diyor. Şaşkınlığım anlatılamaz seviyede! Çünkü bu kız hem çok dindar ve hem de aşırı kibar. Daha önceki muhabbetlerimizde bir kere bile ağzından kötü bir söz duymadım ve aksine sevmediği birinden bahsederken “özür dilerim ama bu adam biraz aptal” diyerek sadece aptal kelimesinden ötürü bile özür dilemişti. Ben şaşkınlıktan sokağın ortasında biraz sesli gülüp “FUCK THE INDIANS?” diye bağırınca bütün mahalleli bize baktı. Evet biraz saçmaladım ama sonra mahalledekiler de gülmeye başlayınca gerginlik kalktı, neyse ki pek sevmiyorlarmış orda hintlileri. :)

tricycle

İlk defa burada denediğim bir diğer taşıt olan “Tricycle” ile de burada tanıştım. Motorun yanına ilave edilmiş ufak bir kabin ile koca kıçımın tek başına zor sığdığı yere benden aşağı kalır olmayan bir abi + sırtçantamla birlikte sığıyoruz. Filipinlerde olunca insanın araçların içine bir şekilde sığma kabiliyeti artıyor cidden. İsmini asla unutmayacağım otobüs terminaline gidiyorum ve oradan da bir başka terminale Imy ile buluşmaya. Dediğim gibi burada 2-3 vesait olmayınca olmuyor gerçekten. Imy ile buluştuktan sonra birşeyler yiyip içip hemen yola koyuluyoruz ancak gerçekten burada bir yerden bir yere gitme konusu ayrı bir hikaye. Bulunduğumuz yerden bir merkeze, oradan trenle başka bir yere ve ordan da yine otobüsle farklı bir yere geçiyoruz. Başım döndü resmen! Yanımda bilen olmasa muhtemelen akşama kadar arardım buraları. Toplam’da Grace’in evinden çıkıp Baglio’ya gideceğim otobüs için 5 araç değiştiriyorum. Neyse sonunda vardık ve 12 saatlik yolculuk başladı.

imy

Imy ile tanışmamız bir kaç yıl öncesinde couchsurfing sayesinde olmuştu. Daha önce hiç görüşmemiştik. Sadece bir dönem ben Asya ile ilgili forumda bir kaç soru sorarken beni eklemişti ve gelirsen görüşürüz yardım ederim demişti. Aradan sanırım 4-5 yıl geçtikten sonra bu gerçekleşti. Seyahat etmeyi çok seviyor ve devlet nezdinde dış işleri bakanlığının pasaport bölümünde çalıştığı için bu zevkinden pek geri kalmıyor. Yakında bir tayini çıkabilir ve Amerika’ya yerleşme hayali var. Bakınca max 30 yaşında derdim ancak 45 yaşında! Nasıl bu kadar genç ve iyi görünebiliyorlar gerekten anlamak mümkün değil. Batı’da bu yaşta böyle görünebilmek için milyon dolarlar harcanıyor ancak Asya’lılarda doğuştan gelen bir durum.

Otobüs yolculuğu şu ana kadar tüm Asya’da olduğu gibi çok SOĞUK! O kadar dandik bir havalandırma sistemleri var ki, klima kapatılmıyor ve kapatılmadığı gibi havalandırma deliklerini de tam olarak kapatma şansınız yok. Mutlaka açık olacak ve size seçenek olarak “direk mi yoksa dolaylı olarak mı buz gibi hava vursun?” veriliyor. Saçma olan kısım hadi belki ben buna alışık değilim, buradaki insanlar bu şekilde seviyorlardır diyeceğim ama öyle de değil. Otobüse binince herkes montları hırkalarını çıkartıyor ve sarıp sarmalanıp giyiniyorlar. Bende tabi öyle bir durum olmadığı için bir süre sonra üşümeye başlıyorum, aynı şekilde Imy de kendini bişeylere örtmüş ısınmaya çalışıyor. Otobüs mola verdiğinde bagajda ki sırtçantamdan koli bandını alıyorum. Her zaman söylerim, bir sırtçantalının yanında olması gereken en önemli şeylerden biri de koli bandıdır. Ne zaman nasıl ihtiyacınız olacağını asla bilemezsiniz ancak kesinlikle çoğu kez boktan durumlardan kurtarır sizi. Burada da koli bandıyla tepemden buz gibi hava gönderen deliği kapatıyorum. Arkamdaki Filipinli abinin bana umut dolu bakışı içimi acıtıyor resmen, kucağında bebek onu soğuktan korumaya çalışıyormuş. Daha önce görseydim keşke… Onunkini de kapatıyorum ve çok mutlu oluyor. Etrafımda bana gülümseyerek bakan ancak yardım istemeye çekinen herkesin havalandırmasını kapatıyorum ve binlerce teşekkür alıyorum J. Kendi kendime “ulan 13 yıl bilgi işlemde çalıştım ama bir kere bile bu kadar teşekkürü bir arada almadım” diyorum. Demekki neymiş, onca eğitim, sertifika, yabancı dil, 10 yıldan fazla iş tecrübesi, kendi hayatından feda ettiğin zaman, girdiğin stres,mesailer, uykusuzluk, yorgunluk vs karşılığında alamadığın takdiri tek bir koli bandıyla alabiliyormuşsun. Şimdi böyle bir hayatı neden bu kadar ciddiye alıp tüm yaşantınızı sadece kariyere odaklamamanız gerektiğini anlıyor musunuz? (Otobüs havalandırmasından kariyer konusuna nasıl bir anda geçtim kendimi tebrik ediyorum)

Klimayı şal ile kapatma gibi beyhude bir çaba içindeler

Klimayı şal ile kapatma gibi beyhude bir çaba içindeler

Sabah 5 de ulaşıyoruz ve bir grup bisikletli tarafından otobüsün önü kesiliyor. Meğersem bizim ekipmiş bu. Hepsi bisikletçi kıyafetleri (klasik tayt) ve güler yüzlerle bizi karşılıyor. Daha kendime gelememişken elime sıcak çikolata tutuşturuluyor. Imy bana motor kullanıp kullanamadığımı sormuştu ben de kullandığımı söylemiştim. Elemanlar da benim için motor getirmiş ancak motor bildiğin yarış motoru. Ben scooter ve biraz daha büyük olan motorlar dışında bunu hiç kullanmamışım. Şimdi de kullanmıyorum, hem motora hakim değilim hem de burada trafik tehlikeli. Macera ruhuna sahip bir insanım ama maceraperestliğin embesilliğe dayandığı limiti de biliyorum. Başka biri alıyor o motoru ve ben başka birinin motorunun arkasına atlayıp yola çıkıyoruz.

IMG_4305

Buraya gelmeden önce ve yolda Imy ile enteresan bir anlaşmazlığımız oldu. Yani dil konusunda İngilizcesi iyi olmasına rağmen ben tam olarak ne zaman ne yapacağımız konusunda hiç bir fikir sahibi olamadım. Ya o düzgün anlatamadı ya da ben düzgün anlayamadım. Benim bildiğim buraya vardığımızda bisikletçilerin ücretsiz kaldığı bir eve gidip sırt çantamı vs bırakıp biraz dinlenip 2-3 saatlik bir yola çıkacaktık. Ancak öyle olmadı, otobüsten indiğimiz gibi sırt çantam ve tüm ekiple direk bu 2-3 saatlik yola çıktık. Üzerimde kalın bir şey yok, hafiften yağmur çiseliyor ve biz dağlara doğru yola çıkıyoruz. Neyse ki yarım saat sonra bir manzara molası veriliyor da orada çantama bakıyorum üstüme giyebileceğim bir şey var mı diye. Ev arkadaşım Emrah son dakikada “al lan yağmurluk lazım olur demişti”, başta lazım olmaz taşıyamam demiştim ama sonra nolur nolmaz diyip almıştım. Aldığımı unutmuş ancak çantada giyecek bişeyler ararken görüp çok mutlu oldum. Tepeye çıkılacak dağın dibine geldiğimizde aramızda nispeten güçsüz olanlar motorlara binip devam edecek ve geri kalan güçlü bacaklara sahip olanlar da bisikletle devam. Ve tabiki onca yıl futbol oynamışım, bacaklarıma güveniyorum. Bisikletle dağ tırmanışı başlıyor!

Yol boyunca olağanüstü güzel manzaralarda sürekli durup durup fotoğraf çektiriyoruz. Filipinlilerin “selfie” manyaklığı bir yana dursun, fotoğraf çektirmeye bayılıyorlar. Biri kamerayı eline alıp diğerinin fotoğrafını çekmek istese 4 bir yandan koşan Filipinliler de kadraja giriyor. Genelde fotoğraf çekim hadisesi 2 kişiyle başlıyor. Fotoğrafı çekilen kişinin yanına hemen 2-3 kişi daha geliyor. Sonra 5-6… Ve en sonunda gelinen durum fotoğraf çektiren 20 kişilik bir grup ve fotoğrafı çeken kişinin elinde 20 farklı telefon ve kamera. Her seferinde çok gülüyorum bu duruma. :)

IMG_4272

IMG_4264

10933825_882389291795916_7109286435630868664_n

Yine anlamadığım bir nokta da burada dağın tepesine çıkıp orada bir yerde kalacağımız yönünde düşünmemdi. Çünkü yaklaşık 5 saat boyunca bisikletle dağa çıkıyoruz. Öyle yollardan geçiyoruz ki bazen bisiklet çarklarına kadar suya girip çıkıyor, bazı yerlerde ise balçığa saplanıyor, kaygan yosunlu taşlardan canhıraş geçiyoruz ve en sonunda en tepeye varıp taze kahvemizi içip birşeyler yiyoruz. Bir tebrik de burada alıyorum çünkü kimse benden bu kadar iyi bir bisiklet performansı beklemiyordu. Bisikletçi geçinen arkadaşların çoğu yolu motorsikletlerin arkasında tamamladı. Tepe gerçekten tüm yorgunluğu unutturacak güzelde. Bulutların üstündeyiz gerçek anlamda. Eğer hava açık olsaymış manzara çok daha güzel olacakmış diyorlar ancak ben halimden gayet memnunum.

Ufak bir yere geliyoruz. Bungalov evler var henüz bitmemiş ve halen yapımı devam ediyor. Tek başına bir amca işletiyor, sanırım pek yakına baya turistik bir bölgeye dönüşecek buralar. Birden bire amca elinde bir kaç çan ve tokmakla geliyor. Hepimizi meydana toplayıp çanları ellerimize tutuşturup, “ne yapıyorsam aynısını yapın” diyerek bir dans başlatıyor. Kabileye yeni kabul edilmişim gibi gayet mutlu bir şekilde üzerime düşeni yapıyorum. :) Yeşilin ve doğanın dibine vuruyorum burada, içimde ki zirveye çıkma hissiyatı ise cabası. Yine kariyerden bahsedicem ama duramıyorum ne yapayım, yıllarca çalışırken hissedemediğim gerçekten kendin için bir şeyi başarma hissiyatını iliklerime kadar hissediyorum. Ve sizin de bir gün bunu hissetmenizi diliyorum. Olağanüstü mutluluk veren bir duygu.

IMG_4383

IMG_4347

IMG_4348

IMG_4375

Dönüş daha kolay olsa da sonuçta bu kadar yorgunluktan sonra toplamda yaklaşık 5-6 saatlik bir bisiklet yolculuğu daha kaldırması çok kolay bir şey değil. Ben ertesi gün de yolculuk olacağından dönüşü motorla yapmayı tercih ediyorum ancak Imy o ufacık bedeniyle dönüşü de bisikletle yapmayı tercih ediyor. Yaklaşık 1 saat sonra Imy saatte 3km ile bitmiş bir şekilde yola devam etmeye çalışıyor ama bu işkenceye gönlüm razı olmuyor. Imy motorun arkasına bindiriyoruz ve ben bisiklete geçiyorum. İnanılmaz bir karşı rüzgar var ve kuvvet olarak çoğundan iyi olan bacaklarım kondüsyon konusunda elemanlara yetişmekte çok zorlanıyorlar. Imy’nin zaten bunu yapabilme şansı yoktu çok açık. Ertesi gün nasıl bir laktik asit saldırısıyla karşı karşıya kalacağımı düşünmeden basıyorum pedallara ve uzun bir yol sonunda gece saat 10 gibi kalacağımız eve varıyoruz. Sıcak su yok, dışarıda hafif çapta bir tayfun var ve duş da bahçede. Tamam normalde sıcak su şart değil ama şimdi olsa gerçekten iyi olurdu. Yağmur ve tayfun altında buz gibi suyla duşumu alıyorum. Suyu kafamdan aşağı her boca edişimde ciğerlerimin sanki yumruğum kadar sıkıştığını hissediyorum resmen. Acı verici ama bir yandan da sadistik şekilde hoşuma giden bir durum, çok normal olmadığımı kabul ediyorum.

Ertesi sabah muhtemelen felçli şekilde uyanırım diyordum ancak selenin bacak aramda yarattığı ağrı dışında hiç bir ağrım sızım yok. Nihai plan sabah uyanıp trekking yapmaktı ancak yağmur ve dünkü yorgunluk dolayısıyla Imy’nin hiç dışarı çıkası yok. Açıkçası trekking yapmak isterdim ama yoksa da yok problem değil. Akşam yine gece otobüsüne binip döner dönmez direk havalimanına geçip gideceğim ilk ada olan Bohol’a doğru yola çıkıyorum. Yeşile doydum, şimdi sıra mavide! :)

 

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.